Bir yandan Big Ben, Westminister Manastırı, Buckhingam Sarayı, St Paul’s Katedrali ve Tower of London (Londra Kalesi) gibi Londra’nın geleneksel güzellikleri, her yıl milyonlarca turisti çekmeye devam etmektedir. Başkentin şanlı tarihinin her döneminden anıtlar; Viktorya Çağı mimarisinden, 17. yüzyıl tasarımcılarından Christopher Wren’in ellerinden çıkma kiliselere kadar birçok yapıt Londra’nın sokaklarında gizlenmektedir. Uçsuz bucaksız yeşil alanlar yorulan ziyaretçiler için şehrin tam ortasında olmaları nedeniyle vazgeçilmez uğrak yerlerindedir. Hyde Park, Gren Park ve St. James’s Park’la yetinmeyenler, Kew Gardens, Hampstead Heath, Richmond gibi bir semte adını veren parklarda huzurlu vakitler geçirebilirler.
Şehir, aynı zamanda bir alışveriş cennetidir. Harrods, Selfridges, Hamley’s gibi dünyaca ünlü alışveriş merkezlerinde ya da Portobello Road, Camden, Greenwich gibi haftasonu pazarlarında saatlerinizi, hatta günlerinizi geçirebilirsiniz. Birbirinden ünlü sanatçıların sahne aldığı konser salonları ve gece kulüpleri, başka hiçbir şehrin boy ölçüşemeyeceği gay/lezbiyen yaşam tarzı ve muhteşem tiyatro oyunları, dans gösterileri, opera ve sergileriyle de sanat alanında eşi benzeri bulunmayan bir şehirdir Londra.
Yeme-içme konusunda da son on beş yıl içerisinde büyük bir gelişme göstermiştir başkent. İngiliz Kahvaltısı ve fish & chips gibi geleneksel tatlar ve pub kültürü dışında kendilerine özgü bir yemek birikimleri olmadığının farkına geçtiğimiz asrın sonlarına doğru varan İngilizler, vakit kaybetmeden başka ülkelerin mutfaklarını ithal etmekte ve hatta her şeyde olduğu gibi bunlar üzerinde hak iddia etmekte de gecikmemişlerdir. Aklınıza getiremeyeceğiniz kadar yüksek fiyatlar ödeyerek çıkabileceğiniz Japon restoranlarından, sokakta bir iki pounda alarak yiyebileceğiniz Hint curry’lerine kadar envai çeşit yemeğin sunulduğu şehirde en çok tutulan hazır-yemeklerden biri de döner kebap’tır.