Thames Nehri’ni merkez alarak bin kilometre kare civarı bir bölgeye yayılmış ve bu konumuyla da Avrupa’nın en büyük şehri olarak kabul edilen Londra, sekiz milyonun biraz altında bir nüfusu barındırır. Etnik açıdan Avrupa’nın en çok-kültürlü metropolüdür bu şehir. İki yüze yakın dil, farklı aksanlarıyla konuşulur Londra sokaklarında. Nüfusun yüzde otuzunu, birinci, ikinci ve hatta üçüncü nesil göçmenler oluşturur. İngiltere İçişleri Bakanlığı’ndan “indefinite leave to remain (sınırsız kalma izni)” koparabilen herhangi bir kişi kolaylıkla İngiliz devletinden ev ve iş yardımı isteyebilir, gönül rahatlığıyla sosyal haklardan pay iddia edebilir. Ülkenin gazeteleri ve parası bu şehirde basılır. Merkezi hükümet burada ikamet eder ve taşra hayatının temelleri burada atılır. Londra’da yaşayanların, yani bu çok-uluslu, çok-kültürlü ve dahi çok-renkli halleriyle “İngiliz”den çok “Londralı” olarak değerlendirmenin daha doğru kaçacağı bu topluluğun, ülkenin diğer bölümlerinde yaşayanlarına tasladıkları üstünlük de cabasıdır.

En çok da ziyaretçileri için heyecan verici bir şehirdir Londra. Son yıllarda National Lottery’nin (Milli Piyango) girişimleri ve bir milenyum-şehri olması vasıtasıyla elde edilen fonların, müze, galeri ve enstitülere yönlendirilmesiyle British Museum’dan (İngiliz Müzesi) Royal Opera House’a (Kraliyet Opera Salonu) kadar şehrin dünyaca ünlü bütün turistik değerleri, daha iyi hizmet vermek üzere bir rejenerasyon içerisine girmiştir. Tate Modern ve London Eye gibi daha yeni turistik değerler ise kendi enerjileri gereği mütemadiyen devam eden bir yenilenme sergilemektedir zaten.

Bir yandan Big Ben, Westminister Manastırı, Buckhingam Sarayı, St Paul’s Katedrali ve Tower of London (Londra Kalesi) gibi Londra’nın geleneksel güzellikleri, her yıl milyonlarca turisti çekmeye devam etmektedir. Başkentin şanlı tarihinin her döneminden anıtlar; Viktorya Çağı mimarisinden, 17. yüzyıl tasarımcılarından Christopher Wren’in ellerinden çıkma kiliselere kadar birçok yapıt Londra’nın sokaklarında gizlenmektedir. Uçsuz bucaksız yeşil alanlar yorulan ziyaretçiler için şehrin tam ortasında olmaları nedeniyle vazgeçilmez uğrak yerlerindedir. Hyde Park, Gren Park ve St. James’s Park’la yetinmeyenler, Kew Gardens, Hampstead Heath, Richmond gibi bir semte adını veren parklarda huzurlu vakitler geçirebilirler.

Şehir, aynı zamanda bir alışveriş cennetidir. Harrods, Selfridges, Hamley’s gibi dünyaca ünlü alışveriş merkezlerinde ya da Portobello Road, Camden, Greenwich gibi haftasonu pazarlarında saatlerinizi, hatta günlerinizi geçirebilirsiniz. Birbirinden ünlü sanatçıların sahne aldığı konser salonları ve gece kulüpleri, başka hiçbir şehrin boy ölçüşemeyeceği gay/lezbiyen yaşam tarzı ve muhteşem tiyatro oyunları, dans gösterileri, opera ve sergileriyle de sanat alanında eşi benzeri bulunmayan bir şehirdir Londra.

Yeme-içme konusunda da son on beş yıl içerisinde büyük bir gelişme göstermiştir başkent. İngiliz Kahvaltısı ve fish & chips gibi geleneksel tatlar ve pub kültürü dışında kendilerine özgü bir yemek birikimleri olmadığının farkına geçtiğimiz asrın sonlarına doğru varan İngilizler, vakit kaybetmeden başka ülkelerin mutfaklarını ithal etmekte ve hatta her şeyde olduğu gibi bunlar üzerinde hak iddia etmekte de gecikmemişlerdir. Aklınıza getiremeyeceğiniz kadar yüksek fiyatlar ödeyerek çıkabileceğiniz Japon restoranlarından, sokakta bir iki pounda alarak yiyebileceğiniz Hint curry’lerine kadar envai çeşit yemeğin sunulduğu şehirde en çok tutulan hazır-yemeklerden biri de döner kebap’tır.